yüzleşme

Türkiye’de oldum olası bir bölünmüşlük hakim.Birbirlerine zıt olan kamuoyu, problemleri çözmeyi zorlaştırıyor.Günümüzde ana medyanın yapmaya çalıştığı,daha önceden de yaptığı, düzmece bellek oluşturmaktır.Ortak bir geçmişimiz yok.Şu zamanımızda bile ortak geçmiş deyince insanların aklına ilk gelen yüzyıllar öncesinde kalan tarihi olaylar.Halbuki cumhuriyet sonrası tamamen bir travmalar zinciri.
Travma bellek oluşumunu engeller.Eksiklikten çok bir boşluk hissettirir.Halkta kopukluk başlar ; kimse ötekinin,belki de yanındakinin, acısını bilmez ve görmek istemez.Ve bu travmalar merkezinde örgütlenmiş kimlikler, toplum oluşturamaz.
“Yüzleşilmeyen travma bir tür algı kelepçesi işlevi görür.Toplumun tamamını etkileyen bir travma söz konusu olduğunda bu algı kilitlenmesi toplumsal parçalanmaya zemin hazırlar.” -Mithat Sancar
Geçmişe odaklanan bir insan bile bunu yüzleşmek amacıyla yapmaz.Geçmişi geçmişte bırakmak için yapar.”Bazen geçmiş,bugündür.” deriz oysa ki geçmişin geçmişte kalması gerekir.Geçmişin işletildiği,çarpıtıldığı yerde geçmiş asla geçmeyecektir.
Gerçeklerin aranma yeri öncelikle üniversitelerdir.Bu yüzden üniversitelere özerklik verilir.Öğrenciler merak etsin, öğrensin,hata yapsın;baskı altında kalmadan üretsin diye.Ancak Türkiye’de bu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.Türkiye’deki üniversiteler kurumsallamış,iktidar merkezli olmuştur.Bu yüzden istenen entelektüel seviyeye çıkmak öğrencinin kendi olağan üstü çabasına mecbur edilmiştir.
Son sözlerimde geçmişin şimdide yapılanmasını anlatmak istiyorum.Geçmiş,şimdiye neden olmaz ama şimdi,geçmişi içerir.Geçmiş,hep şimdinin içine çekilir ama bu çekilme karmaşıktır ve belirlenemezliğini korur.Belki an yeniden icat edilemez ama sürekli inşa edilir,yeniden yapılandırılır ve değiştirilir.Eğer bir yüzleşme politikası geliştirilmezse; bir tarafa unutturulan, diğer tarafa hatırlatılmaya devam ederse toplumun bütünlüğü kalmayacaktır.Yeni bir an inşa ediyoruz zannederken aslında bize unutturulanları tekrar tekrar yaşayacak.Bölünmüşlüğümüz acılarımıza ortak olmamıza engel olacaktır.

sevgilim, sevgilim, sevgilim…
bunu bir ömür uzatabilirim. kalbimin en güzel köşesi. Lafa bak. Başkasının görüp basit bulacağı bir laf, benim içimi titretiyor. Güzel sevgilim, bu sana olan aşkımı, sevgimi anlatan bir yazı olmayacak. Çünkü anlatamam. Bu daha çok bir teşekkür yazısı. Kötü günler geçirsek de, seni olağanüstü bir çabayla kırdığım anlarda bile hiçbir zaman bana sırtını dönmediğin, en küçük çabamı bile karşılıksız bırakmadığın, sevginden bir an bile şüpheye düşürmediğin için, nefes aldığın, varolduğun için çok teşekkür ederim. Sen en güzel aşk şiirini yazan şairin hayalindeki muhteşem sevgilisin. Günün en sevdiğim saatlerindeyiz. En güzel saatler bunlar seni düşünmek için, seni ve geleceğimizi düşünmek için.. Günün doğuşunu izlemek, dolapta hala senleyken içtiğimiz şarabın son yudumunu içmek, seni hatırlatan şarkılar dinlemek için. Tepemdeki ışık ayı taklit ederken ne güzel şey değil mi sevmek ve sevilmek? İnan hiç umurumda değil başkalarının yanında yanlış olmak, sahte olmak, tanınmamak, anlaşılmamak sadece senin gözlerinde kendimi gördüğüm sürece. Önceden hep bir şey olacak, bir an gelecek ve o andan sonra yaşamaya başlayacağım diye düşünürdüm . O zaman başlayacaktı gerçek yaşamım.. Doğru da düşünmüşüm. Senin gelişini bekliyormuşum. Senle geldi bütün her şey. Kendime seçtiğim tüm o maskeleri bir bir çıkarıp yüzüme çarptın. Nasıl oluyor, nasıl oluyor da incinmiş bir şey incinmiş bir şeye bu kadar iyi gelebiliyor. Nasıl da burada. Yanımda. Yaşamın bir tanımı varsa sen olmadan o tanımı yapamam. Geldin işte. Buldum seni. Belki yorulmuştun, bıkmıştın; gerçekleşmeyecek hayaller kurmaktan, hayal kırıklığına uğramaktan. Ama bulduk işte birbirimizi. Gerçekleşmiş bir hayalimsin sen. Kalbime kazındı yüzün. Gülüşüne aşık bir kadınım ben. Özür dilerim, seni kırdığım üzdüğüm her an için. Yalnızlığım her zaman sana dönük olacak. Sen benim içimsin.

puslu

En dipten başlasaydık yaşamaya, her şeyin daha anlamlı olduğunu görecektik ama biz göğe erdikten sonra dibi gördük. Acımasızdı, her şey bize. Ne kadar garip başlangıcın sondaki bu hükmü. Nereden başlayayım?

Hislerimin bir ah’ı olacağına sesi olsaydı keşke. Kelimelerim kadar güçlü olsaydı zihnim yine de suçlu olur muydum?

Borcum yok bu dünyaya. Yalansız yaşayabilecek kadar borçsuzum. Şahsi hikayem acı ve kederden ibaret. Cevabını alamadığım keskin sorularla, intikam alan anılarla, bıçaklı sözlerle başa çıkmanın abecesini öğreteceğim herkese. Savaşmaktan kaçamaz kimse, eğer kendi oyunumda hükmen mağlupsam. Size de zaferleri vaadetmeyecek kadar kinciyim.

Siz gelince terk edeceğim sokakları. Hayatından en memnun ben olacağım. Eğilmektense düşmeyi tercih etmeyi bıraksam;unuttuklarınızı ben hatırlamasam;yanımda taşımasam her şeyi ben olacağım en memnun hayatından.

Rüzgarın önünde sendeliyorum biliyorum ki düşeceğim. Bir imkansızı anlamak da bana verilmiş. Kendi sırtımı sıvazlıyorum. Yine anlayamadın. Olsun. En büyük günahkar sendin en büyük tövbekar olmadan önce.

imanım tam

Gelecekten bir alıntı mısın ?

Bedenim ve ruhumun arasına seni de alıyor oluşum neden ?

Neden zor kazanılmış yalnızlığımı seninle paylaşmak ?

Neden bütün uyanışlarının sahibi olmak istemek ?

Herkesten esirgediğim dünümü, yarınımı ve sevgimi sana bırakıyorum. İnan zaman sen içinde yokken nasıl tüketilir bilmiyorum. Senin olmadığın zamanlar ömrümden gitsin istemiyorum. Alınmasın benden seninle geçirebileceğim dakikalar çünkü sen zamanımın hayatımdaki tek sahibisin.

Ben sana gelirken taşıdığım bütün inançları, sevinçleri, umutları, ayrılıkları, kederlerimi kimsesiz bıraktım. Sırf seninle yeniden doğabilmek için. Teninde kıvrılıp giden tüm çizgilerin yolunu takip edeceğim. Hırpalanmış dünlerini taşıyan her çizgiyi tercüme edeceğim içime. Dününü ve bugününü bana verdiğinde sana yarınlarımı vereceğim. Bana kapılarının kilidini içinden açtığın an ölene kadar müridi olacağım dinimi keşfettim. Uygunsuzum belki de bu dine ama buradayım.
Hüzünlü bir ırmak gibi akıyor sevdam aramızdan sonsuzluğa.
Evet anlıyorum artık hayatla ödeştiğimi… çünkü sen geldin.
Şimdi özlemeye bile nazar değer diye korkuyorum.

0619

Her şeye biraz geç kalmaya alıştım. Yazmaya da öyle. İnsan bir başlayınca devamı gelecek sanıyor halbuki bu bir peri masalından ibaret. Kim söylemiş başarmanın yarısı başlamaktır diye. Külliyen yalan… Senden ayrı kaldığım süre boyunca kafamda kurabildiğim tüm distopyalarda yaşadım. Dağıldım, toparlandım, yürüdüm, çok düştüm en çok da şüpheye. Kendimden, hislerimden. Kim olduğumu bile unuttum çoğu zaman ama bu da bana katmanlı bir kişiliğim olduğunu öğretti. Sanki arkeolojik bir kazı yapıyorum ve toprağı her eşelediğimde ayrı bir benle tanışıyorum. Rastladıklarıma inanmadım bir süre. Olmaktan çok korktuğum insanlarla tanıştım kendi içimde. İçten verdiğim bu savaş dışarıdan nasıl görünüyor hep merak ettim. Ama elimde hiç değişmeyen bir şey var o da yazmak… Her benle iletişim kurmanın ilk yolu bu, yazmak. Ve yine buradayım, yine yazıyorum çünkü tanımam gereken yeni bir ben var. Şimdiden onun umursamaz tavırlarını, korkusuz bakışlarını ve kendine olan güvenini sevdim. Cesareti kırık olduğu günler de oluyor, olmuyor değil. Ama yine de nasıl sıyrılacağını biliyor.

Gündelik hayatın çukurlarında birikenleri bu sayfada dökeceğim. Çöplerin içine karışmış bir şiir bulmayı diliyorum her kalemi elime alışımda..

RAST GELE

yitirdiklerimin içinde
oltama takıldı intihar
çektiğim tüm ‘hayat’ lardan
daha hafif
ters aktı zaman

bir zamanlar aynı dili konuştuğumuz sokaklar
artık senin
            senin sokakların
artık yabancı
başı ve sonu var
göklerinin
çıkmaz sokaklarında deniz manzarası
herkes yüzünde taşıyor mezartaşını
dünya beni yanılttı
               bitmeyen gecelerde
sığdığın küçük kara kutuda
bir ölüyü sevebileceğime inandım
gözlerindeki uçurumu saklayarak gittin sen
                     biraz da annem gibi
kolay mıydı
sokağından ölüme geçmek
                                                      değilmiş

ithaf:baggins

gözlerindeki korkuyu tanıyorum

biliyorum korkuyla savaşmazsın sen

senin adına ben savaşıyorum

duraklıca sev beni yine

unutmak üzere yaşa bana olan aşkını

en çok canımı yakan harfi fısıldayacağım sana

bileceksin sen de

senin kadar acıtamayacağını

tanrıyı çağıracağım sevişirken

meleğin ben olacağım

korkunç gözlerle izleyeceğim bana yapacaklarını

cehennemim olmana izin vereceğim

gün gelecek

eşitleneceğiz

işte o zaman ben

uçurumun olacağım

ECO-Savaşı Düşünmek

Entelektüel işlev, insanın kendi hakikat kavramını yansıtacak yetkinlikte eleştirel olarak ortaya koymasıdır.
Entelektüel insan dediğimiz şahısların susma nedenlerinden biri de şu olabilir: Kişinin, kendini özdeştirdiği ve olumsal hataları dışında, insanların iyiliği için uğraştığını düşündüğü kimselere ihanet etmekten korktuğu için sessizliği tercih ediyor olabilir.
Ama bağlılık ahlaksal,hakikat ise kuramsal bir kategoridir.
Entelektüel işlevi yerine getirmeyi tercih etmek ahlaksal bir seçimdir.Tıpkı bir cerrahın,
bir yaşamı kurtarmak için canlı eti kesme kararı alması gibi.Ama cerrah ne kesme işlemini sürdürdüğü için acıma duygusuna kapılmalıdır ne de cerrahi müdahaleyi sürdürmenin bir işe yaramayacağını gördüğü için açtığı yeri kapadığında.
Kimi zaman bazı sorunların çözümsüz olduklarını ortaya koyarak çözmek zorunda kalır insan.
İnsanın damı budur.
Bugün herhangi biri Marinetti’nin gelecekçilik bildirgesinde söylediği sözleri söylese “Biz dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi,yani savaşçı ve ölüme götüren güzel düşünceleri yüceltiyoruz.” bu edebiyat tarihine değil psikiyatri tarihine girerdi.
Savaş yapılamaz çünkü çok hızlı bir bilgi akışı, sürekli kıtalar arası göçün yaşandığı bir toplum ile yeni savaş teknolojisinin doğasının birleşmesi,savaşı imkansız ve akıl dışı bir hale getirmiştir.Savaş,savaşın yapılma nedenleriyle çelişki içerisindedir.Nedenleri:
a) Nükleer silahlar konusunda herkes hemfikir.Bir atom bombasının sonucunda galip olan olmayacak sadece mağlup olacaktır o da dünya.
b) Medya susturulsa bile yeni iletişim teknolojilerini durdurulması imkansız.Şimdiki bilgi akışı eski savaşlarda gizli servislerin gördüğü işlevi görür.Her türlü şaşırma olanağını kaldırır.Düşmanın şaşırtılmadığı savaş ile olanaklı değildir.Eski savaşta istihbaratçılar düşmanla işbirliğine eğilimli iken bu bilgi akışı daha fazlasını yapar,sözü düşmana verir.Halbuki savaş politikasının amacı düşman propagandasını engellemektir.Tarafların güveni sarsılır.Geçmişteki her savaş yurttaşların, bu savaşın haklılığına inanarak düşmanı yok etme arzusu içinde olmaları ilkelerine dayanırdı oysa şimdi düşmanların ölümüne duyarlı hale gelmektedir.
c) Foucault’un da dediği gibi artık iktidar tek parçadan oluşmuş,tek merkezli bir şey değil;yayılmış,parçalanmış,uzlaşımlarının yığılmasıyla oluşmuş bir şeydir.Savaş artık iki iktidarı karşı karşıya getirmekle kalmıyor,sonsuz iktidarı karşıya getiriyor.
Eskiden savaş zamanında silah tüccarları zenginleşirken bazı ticari faaliyetler geçici olarak önemsiz hale geliyordu ancak yeni savaş yine silah tüccarlarını zenginleştirir ama hava taşımacılığını,turizmi,eğlence sektörünü yani sistemin belkemiği olan ikinci üretim sanayiyi sekteye uğratır.
Çatışma ekonomik açıdan oynanır.Eski savaş satranç oyunu gibiydi.En çok taşı yiyen kazanıyordu oysa günümüzde savaş her iki oyuncununda aynı renkte taşlarını alıp hareket ettirdiği bir satranç partisi gibidir.Kendi kendini yiyen bir oyundur.Medya da savaşın bir parçasıdır,yansız değildir.

var mıyım

zihnimdeki korkunun salt kaynağında

varoluşmakta olan kendi öznel bilincim

ve onun lüzumsuz getirisi olan

derimin içindeki tekinsiz özne

soluğumu tutmuş, dalarken geldiğim yere

duyduğum tek şey kalbimin atışları

var-ım ben, ben var-ım

ulaşabileceğim benliğimin doruğunda

kültürel olarak bir hiçtim

doğanın düzeni gereği doğdum

potansiyel bir kültürel nesne

benliğine yabancı özne oldum

yaşamak zorunda bırakılan bu beden

zorundalıklarda barınamaz asla

mide bulandırıcı düzende

kendini yok etmek, varolduğunun

tek ispatı aslında

doğanın tüm doğurganlığına isyan ediyor

sınırlı bilinçlere karşı

zihnimden taşan sınırsızlık arzusu

derimden dışarı süzülüyor

ve her an benden bir şeyler eksiliyor

eksildiğini hissedebiliyorum çünkü

var-ım ben, ben var-ım

1620